Dünya nüfusunun son 60 yılda katlanarak hızlı artışı, sınırlı olan doğal enerji kaynaklarına karşı olan talebi de arttırdı; bu talep doğrultusunda küresel ısınma, biyoçeşitliliğin azalması, su kıtlığı, su miktarının ve kalitesinin azalması, ormansızlaşma, otomobil kullanımından kaynaklanan hava kirliliği ve sağlık problemlerinin artması gibi çevresel problemleri ortaya çıkardı.
Binalar toplam sera gazı salınımlarının yaklaşık %40’ından sorumlu oldukları için sürdürülebilir kalkınmanın başarılabilmesinde inşaat sektörü işletme süreçleri ile çok önemli bir rol oynuyor. Günümüzde, yeşil bina projeleri büyük ölçüde gönüllülük esasına dayalı yeşil bina sertifikasyon sistemlerine göre tanımlanmaktadır. Bu sistemler genel çerçevede puan sistemi üzerine kurulmuş olup, kazanılan puana göre bina farklı derecelerde sertifikalandırılır.
NASA 80li yıllarda bitkiler üzerine yapmış olduğu araştırmaların bir sonucu olarak, bazı bitki türlerinin havada yer alan uçucu organik bileşikleri tutma özelliği olduğunu keşfetti. Özellikle, iç mekân iklimlendirme sistemlerinin çok maliyetli olduğu ve hava kirliliğinin yüksek olduğu Hindistan gibi ülkelerde bu çalışmada kullanılan bitkiler temel alınıp yapılan deneysel çalışmalarda yine yüksek başarı elde edildi. Hava filtreleyen bitkilere örnek olarak, Duvar sarmaşığı (Hederahelix), Aşk merdiveni (Nephrolepisexalta ‘Bostoniensis’), Barış çiçeği (Spathiphyllum), Kauçuk ağacı (Ficuselastica) ve tabii ki bilerek veya bilmeyerek sıklıkla ofislerde kullanılan orkidelerden Phalaenopsis verilebilir.
Yeşil Çatılar İçin Sedum
Hava Bitkileri
Günümüzde bakımı kolay olan türlerin yaygınca üretilmesi ve ülkemizde de tedarik edilebilmesinden dolayı tasarımlarda bolca kullanılmaya başlanan Hava Bitkileri’nin temel ihtiyacı; topraktan ziyade havadar ve nemli ortamlar. Bu bitkilerin metaller ve ahşap malzemelerle kombinlendiği tasarımlar, ofislere yeşil bir görüntü kazandırmak adına sıklıkla tercih sebebi oluyor. Cam vazolar ile birlikte kullanılan tasarımlar ise her tür ortama uyum sağlıyor.
Hollanda, Eindhoven menşeili StoneCycle, bina inşaatlarından arta kalan malzemeleri dönüştürerek tekrar yapılarda kullanılacak malzemeler üretiyor. Eindhoven Tasarım Akademisi’nden Tom van Soest’in kuruculuğunu yaptığı StoneCycle, tuğladan cama ve betona çeşitli dönüşüm malzemelerinin mimarlık dünyasına yeniden kazanımını sağlıyor.
Geridönüşüm, ileridönüşüm, sürdürülebilirlik, yeşil bina ya da eko yapılar... Bu terimler hayatımızın tamamını kapsıyor, ama günlük yaşantımızda ne kadar yer kaplıyor? Endonezya’da bulunan bu bina, daha evvel farklı etkinlik amaçları için kullanılan bir meydanda konumlanıyor; işlevi aynı kalsa da, inşa sırasında binanın cephesini boş dondurma kovaları oluşturuyor.
Böylece bir sürdürülebilirlik hikayesi başlıyor. Mimari ofis dondurma kovaları üzerinde çalışırken, kovaların sıfırlar(açık) ve birler(kapalı) olarak sıralayabileceklerini ve böylece binanın cephesine bir mesaj işlenebileceklerini fark etmişler; ‘’Kitaplar, dünyaya açılan penceredir.’’ Böylece, kovalar yalnızca binaya bir anlam kazandırmakla kalmıyor, güneş ışığını direkt içeri aldıkları için keyifli bir aydınlatma da sağlıyor.
Mimari, belirsiz bütçelere, sosyal değişken gereksinimlere ve ekolojik dinamiklerine adapte olmayı öğrenmeli. Organik büyümenin felsefesi; gerçek gereksinimlere adapte olabilecek şekilde fikirleri esnek tutmayla mümkün hale gelir. Doğadan ders almak, insanların kendisini iyi hissetmesini doğal, güzel ve sezgiyle sağlamaya yardımcı olur.